HAYATIM BOYUNCA "SAHİP OLMAK" DEĞİL, "OLMAK" İÇİN ÇALIŞTIM.
Egedesonsöz'ün "Kent Sohbetleri"ne konuk oldu. Gazeteciler Fatih Yapar, Ender Aldanmaz, Mehmet Karabel, Muhittin Akbel, Metehad Ud ve Oktay Güçtekin'in sorularını yanıtladım.
------>
Kendisiyle ilgili suçlamalara da rakamlarla cevap veren Tunç Soyer, CHP'nin izlediği siyasetten Basmane Çukuru'na, körfezden Buca Cezaevine kadar pek çok konuda görüşlerini aktardı.
PARTİMİZİN ORTAYA KOYACAĞI ADAYI CUMHURBAŞKANI YAPACAĞIZ
Ekrem İmamoğlu'nun, cumhurbaşkanı aday adayı sıfatıyla İzmir'den başlayarak başlattığı süreci değerlendiren Tunç Soyer, CHP ve genel siyaset üzerine şunları söyledi:
"Ekrem İmamoğlu, kampanyayı başlattı. Partimiz de önseçim adını verdiği süreci başlattı. Yolunun açık olmasını diliyorum. Tabii ki sonuçta Cumhuriyet Halk Partisi'nin ortaya koyacağı adaylardan biri olduğu belli. Kesin Ekrem Bey diyen var. Dur, başkaları da çıkabilir, diyen var. Sonuçta partinin ortaya koyacağı adayı başımızın tacı yapacağız ve sonuna kadar sahip çıkacağız. Adayımızın Cumhurbaşkanlığını kazanması için her şeyi yapacağız.
Ancak bu erken başlatılmış bir süreç. Dolayısıyla çok yıpratıcı olacak. Hem Ekrem Başkan açısından hem de parti açısından çok yıpratıcı olacak. Bir yandan İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığını sürdürmek, bir yandan da tüm Anadolu'da cumhurbaşkanlığı kampanyasını sürdürmek zorunda. Erken seçim olmazsa, uzunca bir süre bu kampanyanın sürdürülmesi hiç kolay değil. Sonuçta partinin kararıdır. Biz adayımıza kesinlikle sahip çıkacağız."
ADAYIMIZIN ARKASINDA BÜYÜK BİR GAYRETLE ÇALIŞACAĞIM
Ekrem İmamoğlu'nun kampanyayı İzmir'den başlatmış olmasını "İzmir için şereftir" ifadesiyle değerlendiren Soyer, "İmamoğlu mu Yavaş mı tartışılırken sizin tercihiniz galiba Ekrem İmamoğlu" yorumuna şu yanıtı verdi:
"Ekrem Bey'in kampanyayı İzmir'den başlatmış olması, İzmir için bir gurur vesilesi. İzmir her zaman, Türkiye siyasetinin dönüşümünün öncüsü olmuştur, olmaya devam etmelidir. Ekrem Beyle Mansur Bey arasında bir tercihde bulunmak istemem. Partimizin vereceği karar ne olacaksa, biz onu destekleyeceğiz. Ekrem Bey'le de Mansur Bey'le de 5 yıl boyunca kader arkadaşlığı yaptık. Yaklaşık iki ayda bir bir araya geldik. Aramızda kardeşlik hukuku da gelişti hem Ekrem Bey'le, hem Mansur Bey'le... Dolayısıyla birinin lehine, diğerinin aleyhine bir şey söylemem söz konusu değil. Mansur Bey, başka bir güzergah belirlediğini ifade etti. Adayın açıklanmasını erken bulduğunu söyledi. Onun yerinde ben olsam belki ben de öyle davranırdım. Mansur Bey'in davranışını doğru buluyorum. Bu süreç sonunda bir karar verme noktasına gelinecek. Kim olursa olsun, belki başka biri de olabilir, partinin belirleyeceği adaya sahip çıkacağız. Adayımızın arkasında ben Tunç Soyer olarak büyük bir gayretle çalışacağım.
KEŞKE ÖYLE BİR SÜREÇ YAŞANMAMIŞ OLSAYDI
Erken seçim olmazsa, uzunca bir süre kampanyayı yürütmenin zorluğundan bahseden Soyer, bu konuyu şu sözlerle açtı:
"Erken seçim, derhal seçim olmalı. Bunu ilk günden beri söylüyoruz, taa 31 Mart'tan beri... Partinin normalleşme hareketini de doğru bulmadığımı o yüzden söylemiştim. Keşke o süreç hiç yaşanmamış olsaydı. İktidarın en zayıf olduğu anda başka türlü bir muhalefet stratejisi kurgulanabilirdi. Bu nedenle onun kaçan fırsat olduğunu düşünüyorum. Buna rağmen erken seçim, derhal seçim iddiasından asla vazgeçilmemesi gerekir. Önce bir durum tesbiti yapmak isterim.
Herşey bir paradoks gibi yaşanıyor Bir yanda, Öcalan'ın toplumsal barış çağrısı dururken, diğer yanda kayyum atamaları devam ediyor. Bir yandan demokrasi çağrısı, demokratik bir toplum özlemi dile getirilirken, bir yandan da gazetecilerin hapse atıldığı, iş dünyasının temsilcilerinin sadece yaptıkları tespitler nedeniyle gözaltına alındığı bir süreç yaşanıyor. Ben bunu şöyle değerlendiriyorum. Bir yanda iktidarın en güçlü olduğu dönemini yaşadığı algısı yaratılıyor. İktidar, içeride muhalefeti büyük ölçüde susturmuş, dışarıdan kimsenin itiraz etmediği, hatta Trump'ın sırtını sıvazladığı bir süreçten geçiyor. Bu da onun çok daha fütursuz ve çok daha pervasız davranmasına yol açıyor ki bu tablo onun çok güçlü olduğu algısını yaratıyor. Oysa gerçeklik böyle değil. Yüzde 50'ler, 45'ler alan parti, 30'lara, 25'lere gerilemiş durumda. Görünen o ki, mevcut ekonomik kriz, tekrar 40'lara, 45'lere çıkmasına da imkan vermeyecek. Dolayısıyla iktidar partisinin aslında en zayıf olduğu dönemini yaşadığını söyleyebiliriz. Kısacası paradoksları çözerken algılarla olguları karıştırmamalıyız. İktidarın en zayıf dönemini yaşıyor olması gerçeği nedeniyle en çok iş ana muhalefet partisine düşer. İktidarı devirmek için çok daha güçlü, çok daha yaygın bir muhalefeti örgütlemek mecburiyetindedir. Bu da bizim, CHP'nin görevidir. 2025 yılı içinde erken seçim ihtimalini çok zayıf görüyorum ancak, bunu sağlamak ve başarmak için de mücadeleden vazgeçmememiz lazım. 2025'te sandığı vatandaşın önüne koymak için sonuna kadar zorlamak mecburiyetindeyiz. AK Parti'nin en güçlü döneminde olduğu algısına kapılmadan iktidarı devirmek için yeni politikalar, yeni cepheler yaratmak zorundayız."
BUGÜNKÜ AÇILIMDA ÇOK KARANLIK NOKTALAR VAR
"Çözüm süreciyle ilgili neler söylemek istersiniz? İlk açılım süreci hüsranla sonuçlandı. Yeni dönem açılım süreciyle ilgili ne düşünüyorsunuz? Erdoğan'ın yeniden aday olmak için böyle bir süreci başlattığı iddialarıyla ilgili neler söylemek istersiniz?" sorularına Tunç Soyer'den şu yanıt geldi:
"2013'teki açılım süreci, biraz daha iç dinamikler nedeniyle ortaya çıkmış bir süreçti. O yüzden daha organikti, istenildiği şekilde sonlanması daha güçlü bir ihtimal barındırıyordu. Bu sefer tamamıyla dış dinamiklerle başlamış bir süreç söz konusu. Bu nedenle çok belirsizlik taşıyor. Çok karanlık noktalar var ve anlamak çok zor. Ben bu tabloya rağmen büyük bir fırsatın da eşiğinde olduğumuzu düşünüyorum. Demokratik çözümün mümkün olduğu bir iklim yaratabiliriz. Burada barışı çok öne çıkartmak gerekiyor. Barış ve demokrasi, birbirini besleyen ve birbiriyle bağlı olan kavramlardır. Barışı savunarak, demokrasiyi gerçekleştirecek zemin yaratabiliriz. İçinde bulunduğumuz durum; bir ateşkes, geçici bir durulma hali ama buradan yola çıkarak kalıcı barış talebini yükseltebiliriz. Bu barış sadece bölgesel bir taleple sınırlı olmamalı. Dünya belki de bir üçüncü dünya savaşının eşiğinde. Belki de üçüncü dünya savaşı başladı, biz farkında değiliz. Dünyada yeni bir paylaşım savaşının hazırlanmakta olduğunu görüyoruz. Artık tek kutuplu bir dünyada yaşamıyoruz ve ortaya çıkan yeni kutuplar yeni bir paylaşımı zorluyor. Şu anda barıştan daha kıymetli bir şey yok, savunulması gereken... Bu nedenle çözüm süreci bir fırsattır diyorum. Bu süreçten Erdoğan'ın, ebedi başkanlığını çıkartmak için her şeyi yapıyorlar. Osmanlı'da iktidarını korumak isteyen babalar, oğullarının kafalarını kestirmiş, iktidarı kaybetmemek isteyen kardeşler birbirini boğazlatmış. Kısacası iktidarın çok da kolay bırakılmadığı bir kültürün evlatlarıyız. Bunca seneden sonra iktidarı bırakmak, iktidar sahipleri için hiç kolay bir şey değil. Dolayısıyla Tayyip Bey'in de bırakmamak, başkanlığını sürdürmek için çok gayret edeceğine, çok ter dökeceğine inanıyorum. Fakat ben şuna da inanıyorum ki, bu kadim kültür, buna izin vermeyecek. Bizler, sıradan vatandaşlar olarak buna izin vermeyeceğiz. Çünkü bu, kabul edilebilir bir şey değil. 85 milyonluk bir ülkenin kaderinin bir kişinin iki dudağının arasına bırakılmasının ne kadar ağır bedeller ödettiğini hep beraber gördük, yaşadık. O nedenle artık, ortak aklı büyüten, denetim, kontrol mekanizmalarının tekrar öne çıktığı güçlendirilmiş bir parlamenter sisteme ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Tayyip Bey ne kadar isterse istesin, onun isteğinin toplumda karşılık bulacağına inanmıyorum."
İKİ ANKETİN SONUÇLARI, HER ŞEYİ ANLATIYOR
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini eleştiren Tunç Soyer, anket sonuçlarını ortaya koydu:
"Soros'un yaptığı araştırmaya göre; cumhurbaşkanlığı sistemiyle devam edilmesini istiyor musunuz, sorusuna, yüzde 10 civarında devam edilsin deniyor. Yüzde 69 güçlendirilmiş parlamenter sistem olsun diyor. Yüzde 10 da eski sisteme dönülsün diyor. Yani neredeyse toplumun yüzde 80'i, cumhurbaşkanlığı sistemini istemiyor. Bu bir realitedir. Asal'ın araştırmasına göre de, Türkiye'de ekonomik durumu kim düzeltir sorusuna, yüzde 31 oranında iktidar, yüzde 32 muhalefet diyor. Yüzde 30 küsur da ne iktidar, ne muhalefet çözer, diyor. Yani kimse düzeltemez diyor özetle! Toplumda büyük bir umutsuzluk, çaresizlik ve hayal kırıklığı var ama buna rağmen bu sistemin devam etmemesi gerektiğini söyleyecek kadar da net bir noktada. Dolayısıyla Tayyip Bey ne kadar isterse istesin, toplumun dinamiklerinin buna karşı çıkacağını bekliyorum. Tek eksiklik liderlik ve rehberliktir. O da mutlaka oluşur."
BAŞKANLIK KOLTUĞUNA "SAHİP OLMAK” İÇİN DEĞİL, "OLMAK" İÇİN OTURDUM
İktidardakilerin, iktidarı bırakmak istemediği vurgusu yapması nedeniyle "İçinizde bir özlem var mı" diye sorduğumuz Soyer, bulunduğu yer neresi olursa olsun, hayatı iyileştirmek için mücadeleye devam edeceğini söyledi:
"Ben çok büyük bir aşkla çalıştım, çok severek çalıştım. Her gün aynı heyecanla, aynı şevkle işe gittim, onca olumsuzluğa rağmen... Bu şehre hizmet etmenin gururunu içimde hep hissettim. Ben belediye başkanlığı koltuğuna “sahip olmak”için oturmadım, “olmak” için oturdum! Hayatını 'sahip olmak' üzerine kurgulayan insanlar, sahip oldukları şeyi kaybettikleri anda biterler. Ölümden de o yüzden korkarlar. Ama 'olmak' için hayatı kurgulayan insanlar, her şeyini de ellerinden alsanız, onlara hiçbir şey olmaz. Ben de belediye başkanlığını, “sahip olmak” için üstlenmedim; “olmak” için üstlendim. Bu memlekete daha fazla ne yapabilirim, daha fazla nasıl hizmet edebilirim, o arada ben daha çok nasıl olgunlaşırım, daha verimli, daha başarılı olurum, bunun için çalıştım. Görevim boyunca; o makama, o koltuğa “sahip olmak” maksadıyla çalışmadığım için sürem bittiğinde de hiçbir kayıp yaşamadım, çünkü zaten çalışmamın temel motivasyonu “sahip olmak” değil, “olmak”tı. Çok mutluyum, çok huzurluyum. Bu görevin gururunu ömrümün sonuna kadar taşıyacağım. Ama siyaseti hayatı dönüştürme sanatı olarak gördüğüm için de asla vazgeçmeyeceğim. Bulunduğum yer neresi olursa olsun, oturduğum koltuk küçük büyük ne olursa olsun, olduğum yerde hayatı iyileştirmek için mücadeleye devam edeceğim."
EVET ÇOK ÜZÜLDÜM AMA BUNLARI GERİDE BIRAKMAYI BECERDİM
Belediye Başkanlığı devir teslim töreninden sonra yaşadığı duyguları anlatan Tunç Soyer, "Hayatta ihanete uğrayan tek insan ben değilim. Toplumda insan o kadar çok ihanetle karşılaşıyor ki, bu aslında toplumdaki çürümeyle ilgili bir şey. Erdemlerin, değerlerin çürüdüğü bir zaman diliminden geçiyoruz. Çürüme başlayınca, vefa gibi, sadakat gibi değerler unutuluyor. O zaman ders çıkartmak lazım. Ben tabii çok üzüldüm, çok şaşırdım, beklemediğim insanlardan beklemediğin reaksiyonlar gördüm. Evet çok üzüldüm ama bunları geride bırakmayı da becerdim. Çünkü asıl büyük yıkım, bilinmezlik, belirsizlik nedeniyle yaşanıyorl. Ama ortaya çıkan durumun sebeplerini, sonuçlarını anlıyorsanız,geriye sadece ders çıkartma zorunluluğu kalıyor. Evet İhaneti gördüm.! Kimler mi? O kadar çok insan sayabilirim ki..” dedi.
5 YIL BOYUNCA HER AY 525 MİLYON LİRA BORÇ ÖDEDİK
Tunç Soyer, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay'ın kadroları yenilemesi, kendi döneminden projelerle ilgili kararları ve borçlarla ilgili çok önemli açıklamalarda bulundu:
"İzmir Büyükşehir Belediyesi, 5 yıl boyunca bütçedeki yatırım oranı yüzde 35 ile 40 arasında seyretmiştir. Bu açıdan Türkiye'nin yatırıma en çok pay ayıran belediyesidir. Büyükşehir, benim dönemimde 878 milyon euro borçlanmış, 900 milyon euro geri ödeme yapmıştır. Yani 5 yıl içerisinde 22 milyon euro borcundan fazla ödeme yapmıştır. 5 yıl boyunca her ay 525 milyon lira borç ödedik. Biz de borçsuz harçsız bir belediye devralmadık. Bu mevzuatla belediyelerimizin zaten borçsuz harçsız olması mümkün değildir. Belediye benim dönemimde 1 milyar 200 milyon liralık gayrimenkul satmıştır, 1 milyar 600 milyon liralık gayrimenkul almıştır. 400 milyon liralık fazla gayrimenkul sahibi olmuşuz. İzmir Büyükşehir için Fitch, kredi derecesini AAA olarak değerlendirmeye devam etmiştir."
İZMİR BüYÜKŞEHİR BELEDİYESİNDE ÇALIŞANLARIN % 60' DAN FAZLASI İZMİR DOĞUMLU
"Binlerce yerel yönetim arasında İzmir Büyükşehir Belediyesi, 2022 yılında Avrupa Konseyi'nin 'Avrupa Şehri' ödülünü almıştır. Bu unvanı bizden önce 1968'de İstanbul almış. Tüm bunları şunun için söylüyorum; İzmir Büyükşehir Belediyesi, finansal yapısı benden önce de benim dönemimde de çok güçlüydü ve güçlü olarak da devredildi. İşçi alımına gelince... 2014-19 yılları arasında Büyükşehir'e 7 bin 169 kişi alınmış. Benim dönemimde 6494 kişi işe alınmış. Bu personeli işe alırken, dört tane yeni işletme açmışız. Şaşal, Bayındır Süt Fabrikası, Ödemiş Et Entegre Tesisi, Geri dönüşüm fabrikası... Üç raylı sistem inşaatı başlatmışız. Yüzlerce yeni otobüs almışız. Bir yanlış anlamayı daha düzelteyim; bu kadar işçinin büyük bölümünü Tunceli'den aldığımız şeklinde iddia var. Çalışanların % 60'dan fazlası İzmir doğumlu; yani İzmirli. İkinci sırada yüzde 18 ile Manisa var. Bütün diğer illerden yüzde 0.1 ile yüzde 3 arasında çalışanın olduğunu görüyoruz.Büyükşehir'in evraklarına baksınlar, bu rakamlarda bir yanlışlık var mı diye.!
BÜYÜKŞEHİR’İN HAFIZASI YOK EDİLDİ
İzmir Büyükşehir Belediyesi geçmiş dönem Başkanı Tunç Soyer, yüksek oranlı TİS anlaşmalarına imza attığı iddialarına yanıt verirken, Başkan Tugay'ın kadrolarda yaptığı revizyonu da sert bir dille eleştirdi:
"Evet TİS görüşmelerini uyum içinde sürdürdük, sendikalarla uyum içinde TİS imzaladık. Kısa süreli uzlaşmazlıklar elbette oldu grev bile yaşadık ama iletişimi asla kopartmadık. İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin personel gideri, bütçesinin yüzde 28'inin altındadır. Yasal sınır, yüzde 30'dur. Türkiye'de personel gideri olarak bütçesinin yüzde 30'unun altında olan çok belediye bulamazsınız. Dolayısıyla öncelikle fazla personel çalıştırılıyor algusı doğru değildir. Fazla personel çalışıyor diyenilmeniz için personel giderlerinin toplam bütşenin içindeki payının %30’un üzerine çıkması gerekir. Böyle bir durum söz konusu değildir. Benim bıraktığım dönemde yüzde 28'in altındaydı. İzmir'in öncü kent olması gerektiğine hep inandım. Türkiye’nin ileriye gitmesinin lokomotifinin İzmir olması gerektiğine inandım. Bunun olması için belediyenin çok yüksek performans göstermesi, yüksek performans için de çalışan insanların aşkla, şevkle çalışıyor olması lazım. Bunu tabii ki ancak iş barışıyla sağlayabilirsiniz, o insanları mutlu ederek başarabilirsiniz. Görev sürem boyunca buna çok özen gösterdim. Ne yazık ki 1 yıl içinde, İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin hafızası kazındı. Kurumsal hafızayı taşıyan tüm insanlar yerlerinden edildi. Şimdi, sıfırdan yeni bir şey yapılmaya çalışılıyor. Ben de göreve geldiğim zaman ufak tefek değişiklikler elbette yaptım. Ancak bir yıldır, tüm hafızayı yok edecek, tüm genel sekreter yardımcıları, tüm daire başkanları, tüm genel müdürler, neredeyse şube müdürlerine kadar sirayet eden büyük değişim yaşanıyor. Peki bu neden yapılır? Ortada bir başarısızlık hikayesi mi var? Ortada şaibeli bir dönem mi var?
O KADRO, BASKI VE TEHDİT DOLU GÜNLERİ YAŞAMIŞ BİR KADROYDU
"Elbette her belediye başkanının bir yoğurt yiyişi vardır. Ancak, eğer siz çalıştığınız kurumun hafızasını yok ederseniz, onun üzerine yeni bir şey inşa edemezsiniz, sıfırdan başka bir şey inşa etmeniz gerekir. Belediye başkanının 397 yılla yargılandığı, yöneticilerin hapis yattığı, büyük baskı ve tehditlerle yüz yüze kaldıkları ve hiçbir zaman iktidarın desteğini almadıkları için de kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenmiş bir kamu kurumundan bahsediyoruz. Eğer bir gün bu ülkede iktidar değişirse, bu ülkenin en yüksek bürokratlarının İzmir Büyükşehir Belediyesi'nden gideceğine inanmışımdır. Siz daha gelir gelmez tüm bu kadroları uzaklaştırırsanız olmaz ki... Şu anda görevde olan arkadaşların zayıf olup olmadıkları ile ilgili bir değerlendirme yapmıyorum. Ben, bu kurumun hafızasının çok büyük yara aldığını söylüyorum. Gelenler, daha başarılı olabilirler, keşke olsalar! O kadar çok projeyi durdurdular, o kadar çok projeden vazgeçtiler ki, kahrolmamak elde değil. Biz onları babamızın parasıyla yapmadık, İzmirlilerin parasıyla yaptık. Belediye başkanları neden seçiliyor? Sadece yerel yönetimler mevzuatı tatbik edilecek olsa, belediye başkanı seçmeye gerek olmaz. Her kamu yöneticisi, kanun ne diyorsa tıkır tıkır onu yapar elbette ama sadece bununla sınırlı olsaydı belediye başkanının görevi o zaman neden başkan seçilsin ki? Elbette yasal mevzuat sınırları içinde ama vizyonunuzla, politikalarınızla, erdemleriniz, değerlerinizle, o sınırları ileriye taşıyacak, ve yazılı olmayanları gerçekleştirmek için o görevlere talip oluyorsunuz. Aksi, sadece memurluk ya da noterlik olurdu. “Ben daha fazla ne yapabilirim?” Sorusunu soruyorsunuz ve halk bu soruya verdiğiniz cevaba bakarak belediye başkanı olarak seçiyor. Kentsel dönüşüm, İZTAŞIT gibi tam da buna uygun sayısız örnek verebilirim."
SGK BORÇLARIYLA İLGİLİ SON BİR YILA DA BAKMAK LAZIM
SGK borçları nedeniyle gelirlerinden her ay 1,5 milyar lira kesinti yapılan İzmir Büyükşehir'in son bir yılındaki duruma da bakmak gerektiğine vurgu yapan Soyer, "Devlet babaysa, belediye de anadır" ifadesini kullandı ve sözlerini şöyle sürdürdü:
" Bu konuda son bir seneye de bakmak lazım. Biz hangi hangi tarihten itibaren temerrüde düşmüşüz, ona bir bakmak lazım. Son bir yıl içinde temerrüt var mı yok mu, ona da bakmak lazım. SGK borcu oluşması, son derece doğaldır. Bu mevzuat, bizim elimizi kolumuzu bağlayıp iş yapamaz hale getirmek ister. Buna rağmen yerel yönetim olarak çare üretmek mecburiyetindeyiz. Yapılandırma diye bir şey var. Biz de bundan faydalanmaya çalıştık. Cemil Bey de aynı şeyi yapmaya çalışıyor. Biz görevi devrederken İZSU, ESHOT ile ilgili herhangi bir borç yoktu. Cemil Bey zaten ağustos ayında, İzmir Büyükşehir Belediyesinin finansal tablosunda bir sıkıntı yok, demişti. Devletin devlete borcu olur mu? Evet, belediyeler de bir devlet kurumudur. Devletin devlete borcu mu olur düşüncesini elimin tersiyle itmem mümkün değil. Bir mantığı var bunun... Belediyeler, devletin bir parçasıdır. Devlet babaysa, biz devlet anayız. Devlet ananın, devlet babaya borcu meselesi, aile içinde çözülmesi gerekir. Babanın, ananın yakasına yapışması, anormal bir şey. Biz ticaret yapmıyoruz ki, biz de kamu hizmeti üretiyoruz! Bu durum, belediyelerin iş yapmasını engelleme enstrümanıdır. Bunu doğru bulmuyorum.”
CEMİL BEY'İN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGEL, KURUMSAL HAFIZAYI BOZMASIDIR
Tunç Soyer, Başkan Cemil Tugay'ın bir yıllık performansıyla ilgili olarak, "Performansı konusunda bir şey söylemek istemem ama şu kurumsal hafızayı yok etmesini, onun iyi iş üretmesinin önündeki en büyük engel olarak görüyorum. Şehri tanımayan bürokratlarla şehri yönetemezsiniz. O deneyimi yaşamamış arkadaşlarla yeni şeyler inşa edemezsiniz. En büyük zafiyetinin bu olduğunu düşünüyorum. İki sebepten bir şey söylemek istemiyorum; birincisi, daha yolun başında, bir yıl yeni oldu, zamana ihtiyacı olabilir. İkincisi de Türkiye'nin şu andaki ikliminde İzmir Büyükşehir Belediyesi'ni yerden yere vuran bir noktada olmak istemem" dedi.”
KOOPERATİF GİBİ SAĞLIKLI BİR HİKAYEYİ MAHVETTİLER
Tunç Soyer, döneminde kurulan kooperatiflerle ilgili hakkında açılan davalara da değindi:
"Bu ülkede yaratılabilecek en güzel modeli koyduk ortaya. Kentsel dönüşümde kooperatif modeli nasıl doğdu? Aziz Bey, görev süresi içinde 975 konutluk kentsel dönüşüm yapmış. Ondan sonra durmuş kentsel dönüşüm. Çünkü müteahhitler belediyenin açtığı kentsel dönüşüm ihalelerine girmeyip, belediyenin payını aşağı indirmeye mecbur kalmasını beklemişler. Tamamen rant odaklı bir yaklaşım. Tüm müteahhitlerle defalarca toplantılar yaptım, yine ihaleye girmediler. Belediyenin payını indirmek istemeyişimiz bizi yeni arayışlara yönlendirdi. Önce ihaleye belediyenin şirketini sokmaya karar verdik ama belediyenin şirketinin 5 bin 10 bin konut yapacak bir kurumsal kapasitesi yok ki… O zaman dedik ki, kooperatif modelini adapte etmeye çalışalım. Aylarca çalışıldı. İnanılmaz şeffaf, net ve üstelik rantın yaratılmadığı bir süreç doğmuş oldu. Bu kadar sağlıklı bir hikayeyi mahvettiler. Akıl alacak gibi değil. O kadar insanı mağduriyete sürüklediler ki, haklı çıksalar ne yazar! Paraları pul oldu, inşaatlar bir senedir durmuş vaziyette. Deniyor ki, bakanlık bir yazı yazmış, o yüzden…Bakanlığın öyle bir yetkisi yok ki? Bakanlık, hukuki bir engel yaratamaz ki... Nitekim Danıştay 1. Dairesi, bizimle ilgili yaptıkları ihbarı değerlendirdi ve yargılanamayacağımıza karar verdi, kesin karar verdi. Biz bir usulsüzlük, yolsuzluk yapmış olsak, çekelim cezamızı. Yoook! Ama daha vahimi, Türkiye’de kentsel dönüşümde devrim yararacak bu kadar güzel bir modeli yok ettiler, boğdular. Bu dönüşüm projesine partimiz de sahip çıktı. Genel başkanımız geldi, genel başkan yardımcılarımız geldi, ne kadar sağlıklı bir model olduğunu anlattılar. Rant, şaibe, her türlü olumsuzluğu ortadan kaldıracak bir modeldi. Çünkü Kooperatif mevzuatı, yönetimin üyelere hesap verdiği, üyelerin yönetime hesap sorabildiği apayrı bir mevzuatı denetim ve kontrol mekanizması olarak sürece sokuyordu. Böylece kentsel dönüşüm daha şeffaf ve sağlıklı bir sürece evrilebiliyordu.
Masalevi'ni niye kapatıyorsun arkadaş? Çocuklara kreş hizmeti verilen bir yer. Aynı zamanda annelerin de istihdamı için eğitim verilen, onlara para kazandıran bir sistem. Bir kreşten çok daha fazlası... Çok da sağlıklı yürüyordu, herkes mutluydu.”
BASMANE ÇUKURU'NU TAMAMEN BELEDİYEYE ALMAK ÜZEREYDİK
Basmane Çukuru'nun tamamının belediyeye ait bir mülk olduğunu savunan Tunç Soyer, bu iddiası doğrultusunda açtığı davada sona yaklaşıldığını, TMSF yöneticileriyle el sıkışmak üzereyken seçimlerin geldiğini anlattı. Soyer, "Cemil Bey gelince, süreç bizim kaldığımız noktadan devam etmedi" dedi ve şu değerlendirmelerde bulundu:
"İki ayrı bilirkişi heyeti mülkiyetin İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne geçmesiyle ilgili rapor hazırladılar. Hele bir tanesi var ki, tuğla gibi kalın bir rapor. Aynı hikayeyi Buca Cezaevi ile ilgili söyleyeceğim. Ben üç ayrı TMSF Başkanı ile muhatap oldum. Defalarca gittik geldik. Bir hayli olgunlaştırmış, iyi bir noktaya gelmiştik. Sonunda el sıkışacaktık ki, seçim vakti geldi, onlar da bekleyelim dediler. Biz aday gösterilmeyince, Cemil Bey gelince, bizim kaldığımız noktadan devam etmedi. Halbuki biz TMSF'yi sıkıştırmak ve haklı olduğunu göstermek için aynı anda dava açtık. Bu hukuki süreç bizim lehimize bitmek üzereydi. Burası zaten Büyükşehir'in arazisiydi. Ondan sonra yaşanan süreçler, ticari süreçlerdir. Al ver yapılır ama mülkiyet yine de Büyükşehir'indir. Bilirkişi raporu da bunu söylüyor."
BUCA CEZAEVİ DE KAMU MÜLKÜDÜR, PAZARLIK YAPILAMAZ
"Aynı sorun Buca Cezaevi alanı için de geçerli. Burasının rekreasyon alanı olması için dava açtık Danıştay 4. Dairesi lehimize karar verdi. Buca betona boğulmuşken o kocaman alan yeşil alan olacaktı. Fakat Cemil Bey dedi ki, oradaki mülkiyet bize ait değil, İller Bankası'na ait ve öyle olduğu için çok ağır kamulaştırma bedeli doğar; biz burayı yüzde 35 yapılaşma, yüzde 65 yeşil alan olarak çözeriz! Arkadaş, İller Bankası'na o mülkiyet nereden geldi? Orası bir kamu arazisi değil mi? Orası cezaeviydi, devletin arazisiydi. İlla ranta açılsın diye İller Bankası'na devredildi. Biz neden bu oyuna düşelim ki? Oranın mülkiyetinin kötü Hazine'dir. Oradaki mülkiyet bize geçsin demiyoruz ki? Büyükşehir olarak orada plan yapma yetkisine sahibiz. Plan yaparız, yeşil alan diye çıkartırız, ondan sonrası onlar düşünsün. Gerekirse “boş kalsın”. Hiç olmazsa betonun vereceği kalıcı zararı engellemiş oluruz, gün olur, devran döner, ihtiyaç duyulan rekreasyon alanı yapılacağı gün gelir. Oranın mülkiyeti, özel mülkiyet değildir, dolayısıyla özel mülkiyete konu olacak bir müzakere yapılmamalıdır. Burası halkın malıdır, devletin malıdır ve halk için kullanılmalıdır.”
BUGÜN İZMİR'İN SOKAKLARINDA TEK BAŞIMA YÜRÜYORUM
Tunç Soyer, Tarkan konseri nedeniyle yapılan soruşturmada aklandığını belirterek, "Tarkan soruşturmasından ve diğerlerinden hep aklandım. Bu konuda üç ayrı soruşturma açılmıştı. Dünyanın en kalabalık konserleri sıralamasında 5. olan Tarkan konserinin, 150 sanatçı, iki ayrı sahne, muazzam ses, ışık gösterileri maliyeti, müfettiş raporuna göre toplam 28 milyon küsur lira olmuş; bunun 27 milyon küsur lirası sponsorlar tarafından ödenmiş, Büyükşehir'in bütçesinden 1 milyon 490 bin lira çıkmış. 2 milyon insanın geldiği dev bir organizasyon için belediyenin kasasından 1 milyon 490 bin lira çıkmış. Bu, müfettişin son raporunda yazıyor. Çok şükür hepsinden aklandım. O kadar çok denetimden geçtik ki… Çok şükür, bugün İzmir'in sokaklarında tek başıma alnım açık, başım dik yürüyorum" diye konuştu.
HİLTON OTELİ, HASTANE OLMAMALI, TURİZME HİZMET ETMELİ
Tunç Soyer, Hilton Oteli'nin otel mi, yoksa hastane olarak mı değerlendirilmesi gerektiği konusunda şunları söyledi:
"Tartışmanın içeriğini çok bilmiyorum ama hastane olmasıyla ilgili bölümünü duydum. İzmir'in bir turizm kenti olması nedeniyle, turizm amaçlı yapılmış bir yapının aynı amaçla kullanılmasını daha doğru buluyorum. İzmir'in otele, yatağa ihtiyacı var. Kaldı ki sağlık hizmetlerinin çok daha fazla kamu eliyle yapılmasından yanayım. Kamunun, sağlık hizmetlerinde elini daha çok taşın altına sokması gerekir. Dolayısıyla özel sağlık sektörünün güçlendirilmesini, ona böyle imkanlar sağlanmasını doğru bulmam. Yani Hilton Oteli'nin bir hastaneye dönüştürülmesini istemem. Benim tercih, turizme hizmet vermesini doğru buluyorum."
ASLA BİR KOLTUĞA SAHİP OLMAK HAYALİNİ KURMADIM
Tunç Soyer, "Olası Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında hangi görevi yapmak istersiniz?" sorusuna şu yanıtı verdi:
"Başta da söylediğim gibi, “sahip olmak”la “olmak” seçenekleri arasında tercihim her zaman 'olmak'tan yana olmuştur. Dolayısıyla asla bir koltuğa sahip olmak hayalini kurarak yaşamadım. Şimdi de bakan olmak gibi bir hayalim yok ama şunu biliyorum ki, ben 65 yaşıma geldim ve çok yoğun, çok dolu bir hayat yaşadım, çok güçlü birikimler edindim. Birçok insanın hayalini kuramayacağı tecrübe ve deneyimlere sahibim. O nedenle bunları bu şehir, bu memleket ve hayat için daha çok kullanmak isterim. Bunu nerede yapma fırsatı bulursam, orada yapacağım. Yani, tüm samimiyetimle söylüyorum,nerede durmama ihtiyaç varsa orada olmaya hazırım.
KONJONKTÜR ÖYLE BİR YERE TAŞIR MIYDI, BİLEMİYORUM
Soyer, "Büyükşehir Belediye Bşakanlığınız devam etseydi, Cumhurbaşkanı adayı olur muydunuz?" sorusunu da şöyle yanıtladı:
"Konjonktür öyle bir yere taşır mıydı, hakikaten bilmiyorum. Bu çok spekülatif bir cevap olur. Hayat çok hızlı akıyor. Son 50 yılda nüfus 4 milyardan 8 milyara gelmiş. Enerji kullanımı üç kez artmış. ticaret 10 kat artmış. Şimdi de yapay zeka diye bir şey çıktı. Artık insanın geleceğini insan aklı belirlemeyecek. İnsanlık, insanlığın başlangıcından beri geliştirdiği en büyük keşifle, en büyük sıçramanın eşiğinde. Yeni gen programları, yeni yaşam formları ortaya çıkacak. Yani çok büyük bir hızla çok büyük bir değişimin içine sürükleniyoruz. Bu büyük hız, beni, seni, onu nereye götürecek, bunu öngörmek çok zor. Bu hızın ivmelenerek devam edeceğine inanıyorum. Bu nedenle gelecek tasarımı yapmak çok zorlaşıyor. Sadece treni kaçırmamak lazım! Vagonu bir yerinden yakalayıp, o dönüşümün bir parçası olmak lazım."