Ramazan Geldi, Hoş Geldi!
Bu sene hepimiz çok zordayken geldi …!
Ramazan bu toplumun en kadim dayanışma örneklerinden biridir. Ramazanda komşular birbirine destek olur, bu destekler, ortak inançların ve maneviyatın gücüyle birleşir, toplumsal barışı da güçlendirir. Oruç; insanlar aç kalsın diye değil, aç olanın halinden anlasın diyedir. Kısaca Ramazan, empatinin, vicdanın, dayanışmanın çok öne çıktığı bir aydır.
Maalesef bu sene büyük bir ekonomik kriz içinde Ramazan’ı idrak ediyoruz.
Bu kriz neden kaynaklanıyor?
Bu ekonomik kriz, uluslararası konjonktürün değil, ekonomik sistemin yarattığı bir krizdir. Yıllardır Dünyada enflasyonun ve hayat pahalılığının en çok arttığı ülkelerden biriyiz. Yıllardır savaşan ülkelerde bile görülmeyen bu tablo hep şikayet edildiği gibi dış güçlerin oyunu değil, ülke içinde uygulanan ekonomi politikalarının sonucudur.
Zenginler daha da zenginleşirken, yoksullar daha da yoksullaştı.
Orta sınıf neredeyse yok oldu.
Gelir adaletsizliği derinleşti, toplumun büyük çoğunluğu çok ağır bedeller ödedi
Peki neden bu noktaya geldik?
Bir çok sebep sayılabilir ama 4 temel sebepten bahsedeceğim;
1) Toplumdaki zenginlerin çıkarlarının yoksullara göre daha çok korunması. Ülkenin ürettiği refahın adil paylaşımının gözetilmemesi,
2) Kamu harcamalarında şeffaflık ve tasarrufa yanaşılmaması.
3) Toplumun adalete ve kurumlara olan inancının sarsılmış olması.
4) Özgürlüklere getirilen sınırlamalar ve artan baskılar nedeniyle korku iklimin tüm ülkeye yayılması.
Başta bu sebepler ve bunlara eklenebilecek bir çok etken sonucunda:
Sistem artık sürdürülemeyecek hale geldi
Ülke büyük bir ekonomik krizin içine sürüklendi
Yaşanan bu çöküntünün içine düşen insanlar için bıçak kemiğe dayandı
Merkez Bankası, ortaya çıkan bu büyük krizi çözmek için “sıkı para politikası” uygulamaya başladı. Bu politika, krizin faturasının öncelikle emekçilere kesilmesine, yani, çalışanların ve emeklilerin ücretlerini sınırlayacak kararların alınmasına yol açmıştır. Ancak kamu harcamalarında savurganlık durdurulmazsa, vatandaşa yüklenen fedakarlık, bütçede açılan deliği kapatmaya yetmeyecektir.
Tüm kamu kurumlarına örnek olmak için, belki de öncelikle Cumhurbaşkanlığı bütçesinde düzenleme yaparak işe başlamak gerekmektedir. 2025 yılı için Cumhurbaşkanlığı'na ayrılan bütçe, 16 milyar 928 milyon TL olarak belirlenmiştir. Bu tutar, asgari ücretle geçinen yaklaşık 64.000 kişinin toplam 1 yıllık maaşına eşdeğerdir.
Sadece Cumhurbaşkanlığı değil, kamu kurumlarının tamamında krizin ağırlığıyla uyumlu bir tasarrufa gidilmeli, herkes biraz küçülmeli, tokluğun kıymetini bilmelidir.
Atasözümüz; “ Tarlada izi olmayanın harmanda yüzü yoktur.” der.
Tarlada hep işçi, emekçi çalışır ama ne yazık ki harmanda hiç yüzleri olmaz.
Ancak, “Har vurup harman savurma”nın önüne geçilmezse, yapılacak “harman” bile kalmayacak.
Bu tasarruf tedbirleri mutlaka uygulanmalıdır. Aslında bunlar uygulansa da, hatta tedrici iyileştirmeler yapılsa da kalıcı bir huzur iklimi yaratmak mümkün değildir. Çünkü, yaşadığımız sistemsel bir krizdir ama asıl sorun sistemin kendisindedir. Yani bu kriz çözülse de sistem yeni krizler üretmeye devam edecektir. O nedenle sistemin kendisinin değiştirilmesi gerekir.
Evrensel tarifiyle “kapitalizm” denilen bu sistem Eric Fromm’un deyişiyle; “sağlıklı bir ekonomi için hasta insanlara” ihtiyaç duymaktadır. Oysa asıl amacımız “sağlıklı bir toplum için sağlıklı bir ekonomi” kurmaktır. Çünkü biliyoruz ki, milyonların mağduriyeti üzerinden sağlıklı bir toplum kurulamaz.
Bu Ekonomik Sistem Kader Değildir! Başka Bir Sistem Mümkündür!
Bu ülkenin kaynakları, kimseyi aç ve yoksul bırakmayacak kadar zengindir.
Örneğin, tarım sektöründe üreticinin yoksullaşmasına, tüketicinin daha pahalı ürünler almak zorunda kalmasına neden olan ithalata dayalı tarım politikalarından derhal vazgeçilmelidir!
Küçük üretici desteklenerek, tarım teknolojileri geliştirilerek ve tarım- sanayi buluşması güçlendirilerek, kendi kendine yeten bir tarım ülkesini tekrar yaratabiliriz.
Bunun için mucizelere ihtiyacımız yoktur. Geçmişte başardıklarımızdan yola çıkmak ve dünyadaki başarılı örneklerden ilham almak yeterlidir.
Yeniden kendi kendine yeten ve uğruna bir çok insanın canını verdiği, “Tam Bağımsız Türkiye” için öncelikle kendimize güvenmek, birbirimizin halinden anlamak ve dayanışmamızı büyütmek zorundayız.
Ramazan: Bereket ve Dayanışma Demektir
Ramazan ayında mahallelerde, her yerde yıllardır iftar ve sahur sofraları kurulur, belediyeler, kamu kurumları, stk’lar, dernekler adeta yarış içinde bu sofralara destek vermeye gayret ederler.
Hepimiz gözlemlemişizdir:
Ramazan’ın bereketi dayanışmayla büyür!
Şimdi bu dayanışmanın her gün her yerde yaşanır hale getirilmesine ihtiyaç vardır.
Aslında iftar ve sofralarında sadece ekmek değil asıl bereket paylaşılır. Paylaşmanın erdemini sürdürmek için o dayanışmadan feyz alarak birbirimize sahip çıkmaya devam etmeliyiz.
Ancak bunu başarabilirsek, herkes için bu zor zamanları atlatacak bir umut ışığı yakmış oluruz.
Unutmayalım ki:
Vahşi kâr hırsına dayalı bu sistemi değiştirecek güç biziz!
Ve bu gücü büyütmenin tek yolu, dayanışmamızı büyütmekten geçiyor!
En kısa zamanda, hakkaniyete uygun adil bir memlekete kavuşmak dileğiyle...
Ramazan ayının huzurlu, bereketli olmasını ve aramızdaki dayanışmayı büyütmesini diliyorum.