Yıllardır konuşulan, taslak aşamasında bir türlü kamuoyuyla paylaşılmayan “İklim Kanunu” teklifi geçtiğimiz hafta Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunuldu. Dün itibariyle Türkiye'nin ilk İklim Kanunu Teklifi'nin TBMM'deki görüşmelerine ara verildi ve yeniden görüşülmek üzere Komisyona iade edildi. Teklifin ilk dört maddesi 11 Nisan 2025'te kabul edilmişti.
Bir yandan iklim değişikliği, emperyalistlerin oyunudur diyen iklim inkarcılarının sosyal medyayı ele geçirmiş “yasa ile böcek yiyeceksiniz” söylemleri, diğer tarafta konunun çok yönlülüğü sebebiyle kolay anlaşılamıyor olması nedeniyle; Taslağın neresine sahip çıkılacağı, neye karşı çıkılacağı soruları, herkesin kafasını iyice karıştırmış durumda.
Günümüz koşullarında bir İklim Kanunumuz olması gerektiği aşikardır ancak üzerine asıl konuşulması gereken konu; İklim Kanununun nasıl olması gerektiği, mevcut teklifte nelerin eksik, nelerin fazla olduğudur.
Birleşmiş Milletler Taraflar Konferansı, COP 21’de 2015 yılında Paris Anlaşması kabul edilmiştir. Türkiye de imzacılar arasındadır. Ancak uzun yıllar, Türkiye gelişmekte olan ülke olduğu gerekçesiyle anlaşmayı yürürlüğe sokmamıştı. Sonunda Ekim 2021’de Paris Anlaşması[1] onaylanarak yürürlüğe girdi. Bunun üzerine, son olarak Nisan 2023’de yeni taahhütlerle Türkiye’nin Paris Anlaşması kapsamındaki sera gazı azaltım ve uyum taahhütlerini içeren Ulusal Katkı Beyanı güncellendi. Türkiye uzun vadeli hedef olarak 2053 yılına kadar net sıfır emisyon hedefi ortaya koydu. Orta vadeli hedef olarak ise, 2012 yılı baz alınarak 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarının mevcut politikalar senaryosuna (Business as Usual) kıyasla %41 oranında indirilmesi taahhüt edildi.
Söz konusu ‘artıştan azaltım’ taahhüdü ile esasında öngörülen, emisyonların 2038 yılına değin artması, kalan 15 yılda da kademeli olarak azaltılarak 2053 yılında net sıfır emisyon hedefine ulaşılmasıdır. Ancak iklim değişikliği ile Paris Anlaşması kapsamında daha gerçekçi bir mücadele için Türkiye’nin “artıştan azaltım”’dan “mutlak azaltım hedefi”’ne geçmesi ve fosil yakıtlardan planlı çıkışa dair bir taahhütte bulunması gerekmektedir.
Ne var ki kanun teklifinde bir mutlak azaltım hedefi veya fosil yakıtlardan çıkış taahhüdü bulunmuyor, bunun yerine yukarıda değindiğimiz ulusal katkı beyanına atıfta bulunulmakla ve bir emisyon ticareti sistemi kurulmakla yetinilmiş.
Peki nedir ETS? Karbon fiyatlandırması, sera gazı emisyonlarına bir maliyet yükleyerek şirketleri daha az karbon salımını teşvik eden bir çevre politikasıdır. Karbon vergilendirmesi, emisyon ticaret sistemi buna örnektir. Emisyon ticaret sistemi (ETS), hükümetlerin belirli bir emisyon kotası belirlediği ve şirketlerin bu hakları alıp sattığı bir "karbon piyasası" oluşturur. Uluslararası örnekler de göstermektedir ki burada doğru bir emisyon tavanı belirlenmesi gerekmektedir.
Öncelikle söylemek gerekir ki, mevcut İklim Kanunu Teklifi ile iklim değişikliği ile mücadele etmek mümkün olmayacaktır. Çevre hukukunun temel ilkelerinden biri olan “Kirleten Öder” prensibi üzerine kurulu bu Kanun; doğayı korumamıza ve iklim değişikliğiyle mücadeledeki hedeflerimize değil, kirletici faaliyette bulunan şirketlere ve oluşacak piyasaya odaklanmaktadır. Kapitalist düzenin yarattığı bu prensipte ödenen tutar hiç bir zaman verilen zararın tamamını karşılamamaktadır. Bu sistem doğaya bakış açımızdaki sorunları derinleştirmektedir, çünkü aslında kirleten öder prensibi kirletene “kirletme hakkı” vermektedir.
Ancak maalesef kirletme hakkı şirketlere bu kanun ile değil çevre izin ve lisans rejimi ile verilmiş bir şey. Dünya’daki genel eğilime de bakıldığında; AB, Amerika ve Çin’in kendi piyasalarını kurmaları kısa dönemde kirleten öder prensibinden vazgeçilmeyeceğini gösteriyor. Her ne kadar doğru bulmasak da eğer bir Emisyon Ticaret Sistemi gelecekse, bu sistemin gerçekten karbon emisyonlarını azaltması ve doğaya zarar vermemesi gerekmektedir.
Karbon fiyatlandırma araçlarının İklim Kanununda düzenlenmesi karşılaşılan bir pratiktir ancak iklim değişikliğiyle mücadelede denetim mekanizmalarının tam tarif edilmemesi, “ekonomik kazanç”lara odaklanılıp bu gelirlerin toplumda nasıl adil dağıtılacağının belirsiz bırakılması, bir süre sonra mücadeleye zarar verecek, yalnızca bazı sermaye kesimlerine ekonomik fayda sağlayacak bir sisteme dönüşme tehlikesi taşımaktadır.
İklim Kanunu’nda iklim değişikliği ile ilgili hedefler, iklim değişikliği ile mücadeleye aykırı durumlarda öngörülecek yaptırımlar belirsiz bırakılmıştır. Buna karşılık Emisyon Ticaret Sistemi ile ilgili detaylar, olası ekonomik kazançlar, en geniş şekliyle ortaya konmuştur. Bu durum iklim kanununun ruhuna aykırıdır. İklim değişikliği ile mücadelede fosil yakıtlardan bir plan doğrultusunda, kademeli çıkış, ormanların, sulak alanların, zeytinliklerin, meraların korunması, adil geçişin ve iklim adaletinin sağlanması birincil öncelikli olmalıdır. İklim adaletinin sağlanması, temel hakların korunması açısından küçük üreticilerin desteklenmesini Kanun düzeyinde güvence altına almalıdır.
Bu Kanunun ortaya çıkmasının ana motivasyonu “Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması”dır. Karbon fiyatlandırması 2005 yılından beri Avrupa Birliğinde geliştirilen bir uygulamadır. Son zamanlarda Avrupalı şirketlerin rekabet gücünün azalması ve AB’ye ihraç edilen ürünlerde ortaya çıkan “karbon kaçağı” sebebiyle; Avrupa Birliği 2026 yılında Avrupa’ya ihraç edilen ürünlere karbon vergilendirmesi yapacağını açıklamıştı. İşte İklim Kanunu, Avrupa Birliğine ‘bakın bizim bir kanunumuz var biz karbon emisyonlarını azaltıyoruz, bize vergi uygulamayın’ diyebilmek için de oluşturulmuş bir taslak olduğu izlenimi vermektedir. Ancak asıl olması gereken hedef ve denetim mekanizmalarının ortaya konmaması, iddialı bir emisyon tavanının belirlenip belirlenmeyeceği noktasındaki belirsizlik, bu Kanunun Avrupa’da karşılık bulup bulamayacağı sorusunu doğurmaktadır.
Emisyon Ticaret Sistemi, Türkiye'nin Paris Anlaşması'ndan kaynaklanan yükümlülüklerinin yerine getirilmesi için yeterli değildir. Yeterli emisyon azaltımı hedeflerinin yokluğunda ETS de işlevini yerine getiremeyecektir. ETS gelirleri, toplumun kırılgan kesimlerinin de faydalanabileceği adil bir şekilde dağıtılmalıdır.
Kanunda bir çok terim kullanılmış ancak bu kavramların içeriği açıklığa kavuşturulmamıştır. “Yutak alanların korunması”, “su kaynaklarının etkin koruması”, “biyolojik çeşitlilik ve gen kaynaklarının korunması”, “iklim adaleti”, “adil geçiş”, “sıfır atık” gibi kavramların uygulanma alanları hakkında hiçbir detay yoktur.
Net bir yol haritası belirlenmemiş olması, kısa ve orta vadeli hedeflerin ortaya konmamış olması, fosil yakıtlardan kademeli çıkışa dair bir taahhüdün bulunmaması iklim değişikliği ile mücadelenin gerçekleşmesi önünde en büyük engellerdendir.
*** Kanunun Amacı Hakkında
Kanun amacı belirlenirken “yeşil büyüme vizyonu” gibi herhangi hukuki karşılığı olmayan terimler kullanılmıştır.
Diğer taraftan “net sıfır emisyon hedefi”nden bahsedilirken hedefin aşamaları ve net bir takvimi ortaya konmamıştır. Kısa, orta, uzun vadeli hedefler ortaya konmadan, fosil yakıtlardan çıkış taahhüdü verilmeden uluslararası yükümlülüklerimize uyulması mümkün olamayacaktır. Ayrıca, Kanun’da yer verilmediği için keyfi kararlarla bu hedeflerin değiştirilmesinin önü açılmıştır.
Sera gazı emisyonlarının azaltılmasına ilişkin maddede hedeflerin açık ve net biçimde belirtilmesi gereklidir. Bu kapsamda, metne küresel ısınmayı 1,5 °C ile sınırlandırma hedefi ile Türkiye’nin 2053 net sıfır emisyon taahhüdü eklenmelidir. Bilimsel çalışmalar 2053 taahhüdünün gerçekleşebilmesi için, 2030 yılı itibarıyla emisyonların azaltmada önemli adımlar atılmasının gerektiğini ortaya koymaktadır.. 2030 için iddialı, bilim temelli bir mutlak azaltım talebi ile fosil yakıtlardan çıkışa dair bir taahhüt mutlaka eklenmelidir. 2030 gibi orta vadeli hedeflerin iklim kanunlarında düzenlenmesi, diğer ülkelerde bu kanunların temel işlevlerinden biri olarak kabul edilmektedir.
İklim adaletinin sağlanması ve mücadelenin “bilimsel temelde” yürütüleceği, düzenlemelerin bu doğrultuda yapılacağı kanunda açıkça belirtilmelidir.
*** “Denkleştirme” kavramı
Kanun Tanımlar başlığı altında “Denkleştirme” mekanizması bulunmaktadır. Denkleştirme çok tartışmalı ve itinayla yaklaşılması gereken bir konudur. Denkleştirme tanımı kanundan çıkarılmalı, bu kavram üzerine bir sistem kurulmamalıdır.
İklim Kanunu Taslağı'nda "denkleştirme" kavramı, Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) kapsamında veya gönüllü taahhütlerin yerine getirilmesinde karbon kredilerinin kullanılmasını ifade etmektedir. Bu mekanizma, işletmelerin doğrudan emisyon azaltımı yapmak yerine, emisyonlarını başka yerlerdeki azaltım projeleriyle dengelemelerine olanak tanır.
ETS'de (Emisyon Ticareti Sistemi) denkleştirme mekanizması ("offsetting mechanism") “Kirleten Öder” prensibinin vücut bulmuş halidir. Şirketlerin kendi emisyon azaltımlarını gerçekleştirmek yerine, başka bir yerde (genellikle gelişmekte olan ülkelerde) düşük maliyetli projelere yatırım yaparak veya karbon kredisi satın alarak kendi emisyonlarını "dengelediklerini" kabul eden bir sistemdir.
İşletmelerin kendi faaliyetlerinden kaynaklı emisyonları azaltmaları hedeflenmesi gerekirken, bu sistem doğrudan sorumlu olmadıkları alanlardaki azaltımları kapsamaktadır.
Denkleştirme işleminin uygulanmasında bir işletme kirletici faaliyetini azaltamazsa, herhangi başka bir yerde, örneğin bir orman oluşturup bu yükümlülüğünden kurtulabilecektir. Oysaki bu faaliyetin kirletici faaliyetle bir bağlantısı olmayacaktır. Ormanın doğru yerde oluşturulup oluşturulmadığı, bölge ekosistemine uyumu gibi hiç bir detayın düzenlenmemesi ise tehlikeyi büyütmektedir.
Denkleştirme gibi mekanizmalar, sistemi dönüştürmek yerine bazı kirli endüstrilerin varlığını meşrulaştırmak amacına hizmet eder. Bu da enerji, ulaşım, tarım gibi sektörlerde radikal dönüşüm ihtiyacının ertelenmesine sebep olacaktır.
Bu durum, belki de emisyonların kağıt üzerinde azaltılmasına ancak gerçekte daha büyük bir kirliliğin ortaya çıkmasına yol açacaktır.
Bu mekanizmanın yaratacağı sorunları anlamak için uluslararası iki örnek verilebilir. [2]
Bu sebepledir ki denkleştirme mekanizması güvenilir değildir. Ancak bu mekanizma kullanılacaksa da çok sıkı denetlenmeli ve uluslararası denkleştirme projeleri bu kapsama dahil edilmemelidir.
Kanun’da “İklim değişikliğine uyum” tanımı da sorunludur: Tanıma göre “iklim değişikliği ile uyum”, “İklim değişikliğinin mevcut veya olası olumsuz etkilerini önlemeye, muhtemel zararları en aza indirmeye ya da ortaya çıkabilecek fırsatlardan yararlanmaya yöneliktir." Burada uyumun “ortaya çıkabilecek fırsatlardan yararlanmaya yönelik bir süreç” olarak tanımlanması, iklim krizinin sonuçlarının anlaşılmadığının, kapitalizmin iklim değişikliğini bile bir ticari kazanç unsuru olarak gördüğünün, sermaye odaklı bir kanun yapıldığının kanıtı niteliğindedir.
*** Yerel Yönetimlere verilecek desteklerde eksiklik
Kanun, İklim değişikliği ile mücadelede en önemli aktörlerden, yerel yönetimlere sorumluluk yüklemekte ancak bu sorumlulukları yerine getirebilmeleri için hiç bir araç ve bütçe ön görmemektedir. Yerel yönetimlerin mücadelede etkin ve yetkili kurumlar olmaları dolayısıyla, Yerel Eylem Planlarını kendilerinin oluşturmaları gerekmektedir.
Bu madde iklim değişikliği ile mücadelede yerel yönetimlerinin katkılarının, yerel yöntem ve çözümlerin geliştirilebilmesinin ihtimalini zayıflatmaktadır.
Eylem Planlarının belediyelerden alınması çok kritik ve yanlış bir hamledir. Mevcut mevzuat ile yetki karmaşası yaratacak bu durum iklim değişikliği ile mücadelede belediyeleri saf dışı bırakmaktadır.
*** Katılımcılığın somutlaştırılması gerekliliği
Uygulama araçları konusunda katılımcılık en büyük eksikliklerden biridir. Yerel yönetimlerin, sivil toplum kuruluşlarının ve üniversitelerin sürece dahil edilmemesi, büyük bir eksiklik olup, süreçlerin Başkanlığın keyfiyetine bırakılması sonucunu doğuracaktır. Ayrıca sürecin takvimlendirmesi yapılmamıştır.
Kanunda katılımcılık ilkesine atıf yapılmasına rağmen, kurulacak Karbon Piyasası Kurulu’nda sivil toplum kuruluşları ve bilim insanlarına yer verilmemesi, ilkenin uygulanabilirliğini ve demokratik meşruiyetini zayıflatmaktadır. Sadece Bakanlar Kurulu kararlarıyla ve merkezi otoritenin iradesiyle, Türkiye’nin iklim değişikliği ile mücadelesi sağlanamaz. Geniş bir katılımcılık ağının oluşturulması şarttır.
Sivil toplum kuruluşlarının katılımcılık ile ilgili temel talepleri şunlardır:
- Bağımsız bir bilimsel danışma kurulu kurulmalıdır.
- İDUKK ve karbon piyasası kurulu ile danışma kurullarına çevre, iklim, doğa, koruma alanlarında çalışan STK’ların katılımı güvence altına alınmalıdır.
- Kanunun genelinde halkın katılımı güvence altına alınmalıdır.
*** Ücretsiz tahsisatlardaki belirsizlik
Ücretsiz tahsisat, Emisyon Ticaret Sistemi kapsamında belirli sektörlerdeki işletmelere, maliyet yükünü hafifletmek amacıyla bedelsiz olarak verilen emisyon izinleridir. Ücretsiz tahsisat çok tehlikeli bir kavramdır. Kanunda ücretsiz tahsisatların hangi koşul ve ilkelere göre verileceğinin belirtmesi gerekirdi. ETS kapsamında ücretsiz tahsisatlar, emisyon azaltımı için gerekli ekonomik teşvikleri zayıflatır. Bu durum, kirletenin maliyet üstlenmesi ilkesine yani kirleten öder ilkesine de aykırıdır. Şirketlerin düşük karbonlu teknolojilere geçişini geciktirerek iklim hedeflerinin tutturulmasını riske atacaktır.
Hangi sektörlerin sisteme dahil edileceği gibi konular belirsizdir ve yönetmeliğe bırakılmış durumdadır.
*** Kanun yürürlüğe girişi maddesi ile iklim eyleminin 4 yıl erteleniyor oluşu
İklim Eylemi’nin, iklim değişikliği azaltım ve uyum hedeflerinin 31/12/2027’ye ertelenmesi çok geç bir tarihtir. Üstelik Cumhurbaşkanı kararı ile bir yıl daha uzatılabileceği öngörülmüştür. ETS sisteminin değil ama iklim eyleminin hemen hayata geçmesi gerekmektedir, beklemek için bir gerekçe yoktur.
[1] Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Paris Anlaşması'nı 6 Ekim'de oy birliği ile onayladı ve anlaşma 7 Ekim'de Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi T.C. Resmî Gazete