29 Nisan 2025 – Brüksel
“Public” etimolojik olarak belirli bir topluluğun ya da vatandaşların bütününü tarif eden bir kavramdır.
Latincede sıfat olarak kullanılan “publicus” kelimesi; Devleti ilgilendiren, kamuyu ilgilendiren, herkesin kullanımı için olan, kamu anlamlarında kullanılır.
Günümüzde public olarak kullandığımız “publicum” kelimesi ise , kamu yararı, genel refah, devlet, devlet mülkiyeti, kamu alanı anlamlarında kullanılmaktadır.
Devletin işlerini tarif etmek için, bazen bir ülkenin halkını veya müştereklerini tanımlamak için, hatta bazen herkes demek için “public” kelimesini kullanırız.
Örneğin “public university” denildiğinde devletin bir üniversitesi olduğunu anlarız. “Public health” , “public opinion” gibi terimlerde bir ülkenin vatandaşları veya bir topluluğun bütününü kastederiz. “Public places” dediğimizde bir alanın herkese açık olduğunu anlarız, şehir merkezindeki bir parkın tüm insanların hizmetinde bir alan olduğu gerçeğini düşünürüz. “Make something public” dediğimizde herkesin erişimine açık bir şeyi kastederiz.
Kamu, özünde bir ortak yarar, toplumsal çıkar olması ile tanımlanabilir.
İnsanları bir topluluk haline getiren şey ise “müşterekleri”, ortak çıkarlarıdır. Dolayısıyla kamu ile kamu yararı birbirinden ayrı düşünülemez.
“Müşterek” kelimesi "ortak", "paylaşılan", veya "karşılıklı" anlamlarına gelmektedir. “müştereklerimiz” kamu yararını belirlemektedir.
Peki müştereklerimiz nelerdir?
Su, toprak, hava temelde müşterek olarak faydalandığımız, yaşamımızı devam ettirmek için müşterek olarak ihtiyaç duyduğumuz şeylerdir. Yani “Doğa” en yaygın ve kapsamlı, güçlü “müştereğimiz”dir. Bu nedenle, doğayla uyumlu bir yaşamın üstün kamu yararı olduğunu söyleyebiliriz.
Günümüzde kapitalizm etkisi ile müşterekler yok olmaktadır. Son 300 yılda baskın olan atroposen çağ, insan çağı, mülkiyet hırsı ve açgözlülük nedeniyle ve daha çok kâr için her şeyi ezip geçmenin, yok etmenin mümkün olduğu, meşru kabul edildiği bir çağ olmuştur.
Müştereklerimizin kişilerin kendi özel mülkiyetine geçmesi mümkün olabilmiştir. Antroposen çağda insanlık doğanın bir parçası olduğu gerçeğini unutmuş, doğa üzerinde tahakküm kurabileceğini zannetmiştir.
Oysa yaşadığımız tüm krizler, (enerji krizi, gıda krizi, yoksulluk, savaşlar, demokrasi krizi) doğayı müştereklerimizin arasından çıkartmamızla başlamıştır. Bu nedenle, kamu yararı devlet için de toplum için de doğayla uyumlu bir yaşamdan geçer.
Kamu yararının ne olduğuna devletler karar verir. Bazen bir maden çıkarma işlemi, bazen de ormanların korunması kamu yararı sayılır. Peki hangi kamu yararı daha üstündür? İşte bunun kararını politika üretenler verir. Bazen bir altın madeni için bir ormanın yok edilmesi kamu yararı kabul edilir. Peki gerçekten bir şirketin altın ticareti yapması, su, toprak, temiz hava gibi imkanlar sunan bir ekosistemin yok edilmesinden daha önemli olabilir mi?
Bugün artık “İnsan Çağı”’nın sürdürülebilirliği bitmiş, insanlık topyekûn yok olmanın eşiğine gelmiştir.
Yapay zeka insanlığın geleceğini etkileme potansiyeline sahiptir. Yapay zeka sadece bir araç olmanın ötesine geçerek yeni genetik programlar tasarlayabilen, inorganik maddeleri canlandırabilen ve hatta belki de yeni yaşam biçimleri yaratabilen potansiyel bir etkin unsur haline geliyor. Bunun daha iyi bir geleceğe yol açıp açmayacağını zaman gösterecek.
Çok geç olmadan acil bir eylem planına ihtiyacımız var. Yaşamın insanlar için var olmadığını, aksine insanların yaşam için var olduğunu kabul etmeliyiz. Rönesans insan odaklı bir kültür yarattı; şimdi ise yaşam odaklı bir kültüre ihtiyacımız var.
Bu nedenle doğa ile uyumlu politikalar üretmeliyiz. Örneğin Avrupa'da Yeşil Mutabakat'ın kabulü kapsamlı bir çözüm öneriyor. Kamu yararı kavramı, yeni yeşil politikaların başarılı bir şekilde uygulanmasında kilit rol oynayacaktır. ACCTNG, kamu yararı ortaklığının kurumsallaşmasına katkıda bulunacaktır.
Bazen kamu yararı halkın iyiliği için olsa bile itirazlara neden olabilir. İnsanlar kamu yararı için yapılan bir eylemin kendi çıkarlarına zarar vereceğini düşünebilir. Örneğin, bir caddenin yayalaştırılması kararına o cadde üzerindeki işyerleri itiraz edebilir. Bu gibi durumlarda, kamu yararını kısa-orta ve uzun vadeli olarak tanımlamak iyi olacaktır. Bu ayrım, insanların kararı ve uygulamayı daha iyi anlamalarına yardımcı olur. Orta ve uzun vadeli yaklaşımlar, algılardan ziyade gerçeklerin daha iyi anlaşılması için zaman yaratabilir. Ayrıca iletişim kurma ve eğitim programları uygulama fırsatı da doğacaktır.
Kamu yararı, özellikle kırılgan grupları (kadınlar, çocuklar, yaşlılar, vb.) odağa alarak tanımlanmalı ve bu göz önünde bulundurularak uygulanmalıdır.
Bir mahallede kamu yararı nedir sorusunun cevabı, kırılgan grupların talep, beklenti ve mağduriyetlerini ne ölçüde karşıladığında bulunur. Onları dışlayan ve öncelemeyen bir anlayış kamu yararı ile bağdaşmaz.
DAVRANIŞSAL DÖNÜŞÜM
1) Ekolojik davranışlar:
Öncelikle, Antroposen çağ ile unuttuğumuz müşterek yaşamsal ihtiyaçlarımızı, kamu yararı kavramını, doğayla uyumlu bir yaşam arayışını hatırlamalıyız. Bu çerçevede yaşamsal olarak bizim için faydalı olanla ilgili yeni bir bakış açısı elde etmiş olacağız. Bu durum ise, davranışsal değişikliğin önünü açacaktır.
Doğayla uyum devlet iradesi açısından kamu yararıdır. Devlet toplum için bir şey yapmaya karar verdiğinde turnusol, doğa olmak zorundadır. Sonuç olarak doğayla uyum prensibi Devlet felsefesine rehberlik etmelidir. Aynı şekilde toplumun iradesi de doğayla uyumu aramalı, devlet iradesinin bu uyumu koruyup korumadığını kontrol etmelidir.
Bu bir seçim meselesi değil, yaşamsal varlığımızı sürdürebilmek için bir zorunluluktur.
Devlet eğer toplum hayatını düzenleyen, birlikte yaşamı düzenleyen bir kurumsa, vatandaşlar bu konuda yönlendirici, düzenleyici rol oynamak zorundadır. İşte burada vatandaş katılımının önünü açacak olan şeffaf, hesap veren, katılımcılığın önünü açan bir yönetim anlayışına ihtiyaç vardır.
2) Ekonomik davranışlar:
Tüm dünyada iktisat öğretisinin en temel mottolarından biri; “kaynaklar sınırlı ihtiyaçlar sınırsızdır” cümlesidir. İnsan uygarlığını ekosistemin bir parçası olarak tasarlarsak doğadan aldıklarımız, doğanın döngüsü içerisinde çok farklı ihtiyaçları karşılayabilir. Kaldı ki doğanın içindeki sonsuz enerji, bilimin gelişmesiyle beraber her gün yepyeni güç kaynaklarını ortaya çıkarmaktadır. Doğayı sınırlı gören, antroposentrik, üstenci bakış sınırlı ve doğru değildir. Bugün doğayı sınırlı bir kaynak olarak gören iktisat anlayışını, doğadaki sonsuzluktan öğrenen ve onu tahrip etmeden yararlanan, döngüsel başka bir iktisat felsefesiyle değiştirmek zorundayız.
Cümlenin ikinci bölümü ise, kendimizle ilgili, milyonlarca canlı türünden biri olan insanlığın ihtiyaçlarının sınırsız olduğu tehlikeli bir yanılgıdır. Basit gibi görünen bu yanılgı dünyayı bir avuç zengin dışındakiler için yaşanmaz hale getirmiştir. Artık, sınırsız bir kazanç hırsının teslim aldığı, açgözlülüğün ödüllendirildiği ve geriye sadece değerleri çürümüş, yoksullaşmış toplumların kaldığı bu anlayışı bir tarafa bırakmayı başarmak zorundayız. Yani, “Karınca kararınca” iktisadına doğru cesur bir adım atmalıyız. Bu; teknolojiden yoksun yaşamak, yoksullaşmak, durmak veya geçmişe dönmek anlamına gelmez. Tersine refahın adil dağılımı ve yoksullukla mücadelenin kapılarını aralar. Büyüklük ve hız fetişleri üzerine oturan sınırsız hırs ve ihtiraslarımızla yüzleşebilirsek, hayatın gerçek anlamı ve derinliğinin sonsuzluğu ile buluşuruz.
Bir şeylere sahip olmanın yeni yollarını bulabiliriz; kullandıklarımızı paylaşmak veya mülkiyeti paylaşmak gibi. Sürdürülebilir bir şekilde nasıl yaşayacağımızı bulacak kadar akıllıyız.
Kısacası; ekonomi ile ekoloji arasında uyum, sadece bir ses uyumundan ibaret kalmamalıdır. Bu konulardaki gerçek davranışsal değişim, bu kainatta insan daha mutlu bir hayatın kilitlerini açacaktır.
BARIŞ ve DÖNGÜSEL KÜLTÜR
Dünya kritik arazi ve kaynakların konuşulduğu bir küresel paylaşım çağının eşiğinde, küresel güç dengeleri değişiyor. Tek kutuplu bir dünyadan yine çok kutuplu bir dünyaya evriliyoruz.
Bu sırada, tüm dünyada popülist ve otoriter iktidarlar güçleniyorlar. İktidarlarını sürdürmek ve güçlendirmek isteyen bu devletler her geçen gün savaş tehditlerini büyütüyorlar. Savaş yanlısı ekonomiler büyüyor, savunma ve silahlanma harcamaları tüm ülkelerde artış gösteriyor. Bu göstergeler 3. Dünya savaşı tehdidin yakınlaştığını belki de Harari’nin söylediği gibi zaten içinde olduğumuzu gösteriyor. Bu durum ise her geçen gün demokrasiden küresel bir geri çekilme anlamına geliyor. Devletler bölgesel dengeler, stratejik hedefler, küresel güç dağılımı ve benzeri bahanelerle demokrasiden uzaklaşıyor. Sonucunda halkın çoğunluğu daha kırılgan hale geliyor.
Gerek ekonomik gerek ekolojik davranışsal değişiklikleri yaratabilmenin ön şartı hiç kuşkusuz, barıştır. İlk ve en temel kamu yararı olan barışın tesisi olmaksızın kamu yararına dair düşünce ve eylemlerin gerçekleşmesi mümkün değildir.
Bu noktada savaş karşıtlığı ve barış savunuculuğunu önceleyen, ardından ekonomik ve ekolojik davranışsal dönüşümleri gerçekleştirecek kültürel bir değişim gerekmektedir. Bu hamle kültürün yeni bir tarifine ihtiyaç duyabilir. Bu da “döngüsel kültür”dür.
Döngüsel kültür, münferit sorunları geçici olarak çözen günlük uygulamaların ötesine geçmek demektir. Yaşamın ve şehirlerimizin bütüncül bir dönüşümünü hedefler. Bu nedenle şehirciliğin temel yapı taşlarından biri olabilir.
Döngüsel kültür doğa ile uyum, birbirimizle uyum, geçmişimizle uyum ve değişimle uyum olmak üzere dört sütun üzerinde yükselir.
Doğayla Uyum
Doğa, insanlığın merkezde olduğu bir “çevre” değildir. Hayatın kendisidir. Yaşadığımız çağda şehirler doğayı bir bütün olarak kucaklamaktan çok uzak. Bu nedenle, doğanın yaşamımızdaki nesnelerden biri değil, bizatihi yaşamın öznesi olduğunu kabul etmek gerekir.
Birbirimizle Uyum
Döngüsel kültürün ikinci ayağı ise demokrasi ve barışın temel ilkesidir. Bu, hayatımızın her dakikasında herkes için eşit yurttaşlığın güvencesidir.
Geçmişle Uyum
Döngüsel Kültürün üçüncü ayağı olan geçmişle uyum, geçmişin çoklu kültürlerine uyum sağlamadan geleceği tasarlamanın da mümkün olamayacağı anlamına gelir. Tüm uygarlıklar, sürekli değişen bir dünyada, gelecek için bitmeyen sınırsız ilham kaynakları sunar.
Değişimle Uyum
İzmirli düşünür Herakleitos, “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” demiştir. Bu söz, kültürü bir dogmaya, bir ideolojiye, bir iktidar tahakkümüne dönüştürebilecek tüm olasılıkları ortadan kaldırır. Bu nedenle değişimle uyum, dünyadaki diğer şehirlerle ittifak içinde daha adil ve değişime açık bir yaşam tesis etmeye gayret etmektir.
Kısaca, Döngüsel kültürün ana teması “uyum”dur ve halka hizmetin, kamu yararının tesisindeki anahtardır.
YEREL DEMOKRASİ ve DAYANIŞMA
Kamu yararının tesisinde 2 temel dayanak noktası vardır.
1) Yerel demokrasi
2) Dayanışma
1) Yerel demokrasi
İnsan evladının bu kainattaki en önemli sosyal inovasyonlarından biri, demokrasidir. Demokrasi, 4-5 yılda bir sandığa gitmekten ibaret olmayan ve şeffaflık, hesap verebilirlik, hukukun üstünlüğü, katılımcılık, kapsayıcılık, toplumsal barış, adalet gibi erdemlerin üzerine oturan aktif bir yaşam biçimidir.
Tarihsel olarak demokrasi ruhu küçük topluluklarda doğmuş, yerelde şekillenmiştir. Bu, metropoller ve ulus devletler gibi büyük topluluklarda görülen mevcut demokrasi krizini aşmak için bugün de bir yol gösterici olabilir.
Bu gibi toplantılar da en iyi uygulamaların yaygınlaştırılması, bu tür örneklerin çoğalmasını, çeşitlenmesini ve zenginleşmesini teşvik ederek karşılıklı öğrenme ve ilham alma dinamiği yaratacaktır.
2) Dayanışma
Evrensel bir ortak iyilik kavramının daha iyi yerel uygulama örneklerini ortaya çıkartabilmesi için dayanışmaya ihtiyaç vardır. Bu, aktivizmi ve kapsayıcı değişimi desteklemek için vatandaş bilimini güçlendirecektir.
İyi örneklere erişim olmadan, değişim yaratmak ve geleceğimize yönelik tehditlere direnmek için gerekli motivasyon ve güçten yoksun kalırız.
Hem bireyler arası hem kentler ve toplumlar arası dayanışmanın 2 temel unsuru vardır.
1- Bilgi, görgü, deneyim aktarımı
2- Ortak çıkarları birlikte savunma refleksi, iradesi.
Bu iki temel unsur, yalanın ve dezenformasyonun çok hızlı yayıldığı bu toplumsal iklimde, gerçeğin ve doğrunun yayılma hızını arttıracak, kamu yararını daha güçlü savunabilmek için alanları genişletecektir.
Dayanışma, kamu yetkilileri, sivil toplum, özel sektör, akademi ve taban örgütleri ile sistematik değişim yaratacak yeni ortaklıkları güçlendirir.
Yerel demokrasinin ve dayanışmanın güçlendirilmesi, kamu yararının açgözlülüğe üstün geldiği daha iyi bir gelecek için umut yaratır.
Unutulmamalıdır ki, insanlığı ileriye taşıyan ve yeni keşiflerle buluşturan insanların tamamı iyimser ve umutlu insanlar olmuşlardır.
Anlattıklarımı dört örnekle desteklemeye çalışacağım.
1) Sünger Kent – Doğa ile Uyum (living in harmony with nature)
Küresel iklim değişikliği ve bunun sonucunda ortaya çıkan küresel ısınma, tüm Dünyayı ama en çok Akdeniz bölgesinde kuraklığı tetikliyor. İzmir bir turizm kenti olduğu kadar bir tarım kentidir. İzmir'de önemli miktarda tarımsal üretim yapılıyor; zeytin, üzüm, incir, küçükbaş hayvancılık vb. Tarımsal üretim için şehrin tüm tarımsal alanlarına yayılmış olan su kuyularında son 10-15 yılda çok büyük bir gerileme var. 15-20 yıl öncesinde, 15-20 m derinlikte olan su seviyesi son birkaç yıldır 250-300 metrelere çekilmiş durumda. Bildiğiniz gibi su kullanımının %75’ten fazlası tarımsal üretimde kullanılıyor, bu nedenle özellikle tarımsal üretim alanlarında hem ürün deseninin yeniden planlanması ( daha az su ihtiyacı olan ürünlerin tercih edilmesi) hem de su kullanımında daha tasarruflu yöntemler uygulanması gerekiyor. Bu anlayışla hayata geçirdiğimiz Sünger Kent uygulaması ile yağmur suyu hasadını hedefleyen bir model ortaya koyduk. Uygulama bir sene içerisinde yağan yağmurdan elde edilecek suyun şehirde tüketilen su miktarının yarısına erişmesini sağlamaktı. Bu çerçevede, bir çok örnek ve uygulama geliştirdik. Örneğin bir okulun tüm su ihtiyacını yağmur suyuyla karşılayacak bir düzenek geliştirdik. Mezarlıktaki çiçek ve ağaçların sulanması için yine yağmur suyunu toplamayı sağladık. Özellikle tarımsal alanlarda yağmur suyunun akıp denize gitmesini frenleyecek ve üretimde kullanılmasını mümkün kılacak yöntemler geliştirdik.
2) Acil çözüm Ekibi - Kimseyi Geride bırakmamak (leaving no one behind)
İzmir, ortasında Körfez olan ve semtleri onu çepeçevre saran bir şehir. Körfez yakınında yaşayanlar adeta sahneye yakın olanlar ancak şehrin daha yüksek bölgeleri ve arka mahalleleri sahneyi görmüyorlar ve şehrin zenginliğinden, Körfez'İn ürettiği refahtan pay alamıyorlar. O nedenle şehri yönetirken öncelikle arka mahalleler ile sahneye yakın mahalleler arasındaki dengesizliği ortadan kaldırabilmek için çalışmak gerektiğini düşündüm. “Acil Çözüm Ekibi” dediğimiz bu model ile belediyenin tüm kurumsal kapasitesini bu mahallelere aktarıp adeta bir seferberlik yapmak mümkün olabiliyordu.
Öncelikle, ekipler seçilen mahallede tüm konutlarda yaşayan vatandaşların taleplerini topluyorlar. En çok talep edilen ihtiyaçlar ortaya çıkıyor. Bu talepler önce belediyenin ilgili birimlerine havale ediliyor, ardından o birimler bu talebi en hızlı ve istenilen şekilde nasıl çözüme kavuşturulacağını kararlaştırıyor. Örneğin bir basketbol sahası talebi geldiğini varsayalım. O sahanın o mahallede nereye yapılacağı, bunun için uygun imar planı olup olmadığı, kamulaştırmaya ihtiyaç duyulup duyulmadığı, bütçeden bir pay ayrılıp ayrılamayacağı gibi parametreler ışığında değerlendirme yapılıyor. Nihai olarak tüm ilgili birim temsilcileri ve belediye başkanı olarak ben yerinde tespit yapıyoruz. Uygunluk halinde hızlıca vatandaşın talebi yerine getiriliyor. “Acil Çözüm Ekibi” uygulaması, söz konusu hizmet, belediyenin stratejik planı içerisinde olsa bile öne çekilerek vatandaşın beklentisi karşılanmış, öncelikli oluyor.
Acil çözüm "buttom up" (aşağıdan yukarıya) bir uygulamaydı, "top-down" (yukarıdan aşağıya) bir uygulama örneği olarak da Cittaslow Metropol verilebilir.
3) Cittaslow Metropol
Cittaslow 50.000 nüfusun altındaki şehirlerde uygulanan bir yerel kalkınma modelidir. 1999 da İtalya’da doğmuş bugün 33 ülkede yaklaşık 300 kenti kapsayan bir ağa dönüşmüştür.
15 yıl önce Seferihisar Belediye Başkanı inen 40.000 nüfuslu Seferihisar’ı, Türkiye’nin ilk Cittaslow’u olarak network’e katmıştık. 10 yıl sonra, 4.5 milyon nüfuslu İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı olunca, İzmir’i o network’e nasıl dahil edeceğimizi düşünmeye başladım. Cittaslow Genel Merkezi ile konuşmalarımızda modeli metropole uyarlamak için kentin küçük uygulama alanlarına bölünmesi gerektiğini anlatmıştım. Türk mevzuatındaki “mahalle” ve “köy” idareleri bu adımı kolaylaştıracak imkanlar barındırıyordu. İzmir 1293 mahalle ve köyden oluşuyor. Her bir mahalleye tek tek bu kriterleri uyguladığınızda bütün bir şehri, metropolü Cittaslow haline getirmek mümkün olabilirdi. Cittaslow Metropol’ün başarısının sırrı Cittaslow kriterlerini tek tek tüm mahallelerde ve köylerde uygulamayı başarmaktan geçiyordu. Dolayısıyla öyle kriterler belirlemeliydik ki; farklı özellikleri olan mahallelerde de hepsi hayata geçirilebilsin, uygulanabilsin, ve böylece her bir idari birimin dönüşümü sağlanabilsin. Tek tek dönüşen mahalle ve köyler topyekun şehrin dönüşümünü mümkün kılsın. Tekil başarı hikayeleri 4.5 milyonluk metropolü cittaslow haline getirsin.
İşe farklı sosyal dokusu olan iki pilot mahalleyi seçerek başladık. Karşıyaka'da Demirköprü ve Konak Basmane tarafında Pazaryeri. Bu iki mahalle bambaşka özelliklere sahip mahallelerdir. Pazaryeri şehrin düşük gelir grubuna sahip insanlarının yaşadığı, dışarıdan gelen göçmenlerin çok olduğu bir mahalledir. Demirköprü ise orta ve orta üst gelir düzeyine sahip insanlarının yaşadığı, nispeten daha yüksek refah ve konfor koşulları olan bir mahalledir. İki mahallede de aynı kriterleri ortaya koyduk. Kriterlere çok kafa yormuştuk, Cittaslow Genel Merkezi ile bunları istişare ederek geliştirdik. Bu süreç çok vakit aldı. Ancak uygulama başladığında her iki mahallede de çok önemli bir başarı sağladık. Mahallelilerin büyük memnuniyeti doğru yolda olduğumuzu gösteriyordu. Bu nedenle hemen belirlediğimiz, 15- 20 mahallede daha çalışmayı başlatmaya karar verdik. Böylece, halka halka, dalga dalga yayılarak ilerleyecektik.
4) Bir Kira Bir yuva
30 Ekim 2020 tarihinde İzmir’de 118 kişinin hayatını kaybettiği binlerce evin yıkıldığı ya da oturulamaz hale geldiği bir deprem yaşadık. Depremin ertesi gününden itibaren ülkenin heryerinden hatta dünyanın her yerinden yardımlar ulaşmaya başladı. Ancak en büyük sorun çadırlarda yaşamaya başlayan depremzedelerin kış gelmeden çadırlardan kurtulmalarıydı. İşte bu tesbitten yola çıkarak bir kampanya başlatmaya karar verdim. Finansal olarak kamu yararını tesis etmek için kamu kaynakları yetersizdi. Kamu yararını dayanışmayla ve insanların katılımıyla gerçekleştirebileceğimize inanıyordum.
Crowd-funding (Kitle fonlaması) kamu yararının uygulanması için iyi bir finansman modeli olabilir diye düşündüm. Başlattığımız, “Bir KiraBir Yuva” kampanyası ile depremden etkilenen ve çadırda yaşamaya başlayan binlerce insana 5 aylık kira bedelini karşılayacak bir tutar topladık. 5 ay, kışı geçirmelerini ve hükümet yetkililerinin sürdürülebilir çözümler bulmasını beklemelerini sağlayadı. O günün koşullarında 100 m2’lik bir evin aylık kira bedeli yaklaşık 2 bin liraydı ve biz her bir depremzede aile için 10 bin lira bağış yapacak binlerce bağışçı bulduk.
Depremden bir ay sonra, bütün çadırları söktük ve herkesi kışı geçireceği konutlarla buluşturduk.
Bunlar sadece belediye başkanlığım döneminde bazı kamu yararının uygulama örnekleri. Biliyorum ki, daha iyi bir yerel demokrasi geleceği yerel yönetimlerin çok çeşitli ve çok değerli uğraşları sayesinde, doğa ile, birbirimiz ile, geçmiş ile ve değişimin kendisi ile uyumlu şekillenecek.
İlginize ve sabrınıza çok teşekkür ederim.