GERÇEK BİR YÜRÜYÜŞÇÜ

 

Jules Verne ‘80 Günde Devriâlem’i yazmış. 80 gün, kerameti kendinden menkul bir zaman dilimi mi acaba? Neden 70 ya da 90 değil de 80 gün? Bilmiyorum ama 19 Eylül’de yani hakim karşısına çıkacağım gün de benim mapusluğumun 80 günü dolacak. Dünyayı dolaşmaya yetecek bu sürede kendi iç dünyamın keşfini tamamlayabilirsem ne âlâ...!

 

 Dilerim 19 Eylül’e kadar bu keşfi tamamlarım ve o gün, daha çok öğrenmiş, güçlenmiş ve yenilenmiş olarak tahliye olur, aranıza dönerim.

Bu arada Jules Verne’in bir başka kitabı daha var bilenleriniz vardır; ‘Denizler Altında 20 Bin Fersah’ : ) Hiç oraya girmek istemiyorum…

 

İnsanın yanında konuşacak biri olmayınca sessizlik boşluk gibi geliyor ama işte o zaman da insanın iç sesi imdada yetişiyor, sustukça o ses daha çok duyuluyor, yürüdükçe daha çok anlaşılıyor.

 

Frédéric Gros, ‘Yürümenin Felsefesi’ kitabında; yürümenin bir beden eylemi olmakla kalmadığını bir varoluş biçimine dönüştüğünü anlatıyor. Yürümek bir keşif biçimi haline geliyor. Yürüyüşün ritminde, kimliğimiz, mesleğimiz, geçmişimiz hepsi silikleşir; sadece adımlar ve o adımların taşıdığı yüklerden arınmış bir beden kalır ortada. İşte o beden ve o beyin özgürce buluşur ve bir tür hesaplaşma ve keşif başlar.

Yürümek, düşüncenin kıvılcımını çakar.

 

Nietzsche; yürüyüşle düşünce arasındaki kuvvetli ilişkiyi çok güzel anlatır.

Ona göre, havasız bir odada, masa başında sabit duran bir zihnin ürettiği düşünce canlı olamaz. “Açık havada yürürken doğmayan, kasların seriliğine katılmayan hiçbir düşünceye güvenmemeli.” der. Düşünmek zihinsel olduğu kadar bedensel bir süreçtir. Hatta neredeyse, fiziksel bir kas çalışmasının ürünüdür. “Sadece elimizle yazarız evet; ama sadece ayağımızla iyi yazarız” der. Düşüncenin ancak bedenin içinde hareket ettiğinde, ayakların ritmine eşlik ettiğinde gerçeklik kazanacağını vurgular. Frederich Gros da, Nietzsche’ye hak verir ve ayağın mükemmel ve en sağlam tanık olduğunu söyler.

 

Kısacası düşünce; bedenin desteğiyle beyinden doğar ve söz de yazı da yürüyen bedenin izini taşır.

Yürümek, düşünceyi tempo denge ve nefesle hizalar.

 

Gros iki tür yürüyüşçüden söz eder; ‘Flanör’ ve ‘Gerçek Yürüyüşçü’.

Flanör, şehrin pasif gözlemcisi, estetik tanığıdır. Flanör sadece izlemek ister, yürür ama bir yere varmak için değil. Bakışını sürekli kaydırarak dünyaya bir yüzey gibi dokunur. Onun için sokak hem sahne hem sığınaktır. Flanör, kaldırım taşlarının, gazete manşetlerinin, afişlerin, vitrin camlarının içinden geçer. Bakışı doğaya değil, insan kalabalığına dönüktür. İz sürmez, izlenim toplar.

 

Gerçek yürüyüşçü ise rotasını ayak hafızasıyla çizer. Gözünü dağlardan ve bulutların gücünden ayırmaz. Orman içinde bir patikanın sessizliğinde, rüzgarın sıyırdığı otların hışırtısında kaybolur, düşünceyi sessizliğin içinde mayalar. Flanör gözlemci, gerçek yürüyüşçü ise doğrudan deneyimin kendisidir. Flanör bakar, yürüyüşçü dokunur.

 

Muhtemelen her ikisi de aynı bedende barınabilir; hem şehri izleyen göz, hem manzarada kaybolan beden olunabilir.

 

Muhtemelen ben hem flanör ama hem de daha çok gerçek yürüyüşçüyüm. Oysa Kırıklar Cezaevi avlusundaki yürüyüş, ne flanör ne de gerçek yürüyüşçü kavramlarıyla örtüşmüyor elbette. Ama Nietzche’nin düşünsel yolculuk için tarif ettiği bir yürüyüşü mümkün kılıyor. Manzara sabit olsa da, yüzlerce tur atıp aynı yerde dönüp dursam da, ruhun derinliklerini keşfediyor ve hem benliğimin körelmiş bölgelerini, hem zafiyet ve meziyetlerini daha iyi anlayabiliyorum.

 

80 günlük şahsi devriâlemi bitirmeme 30 gün kaldı. Çıkarsam çok daha uzun yürüyeceğimi, gerçek yürüyüşçü olduğumu tekrar kanıtlayacağımı biliyorum.

 

Engin Bozkurt Ankara’da, İstanbul’da ve İzmir’de yürümekle ilgili nefis bir yazı yazmış.

 

Bir kenti anlamak, ona karışarak sokaklarında kaybolarak mümkündür. Şehrin ruhu, sokaklarında yankılanan seslerde, kaldırımlara sinmiş ayak izlerinde, havaya karışan kokularda saklıdır. Kentler yürüdükçe açılır. Kültürünü anlamak için durup bakmak, dinlenmek ve hissetmek gerekir. Şehir, keşfetmek için yürüyenlere kendini açar. Sokaklarında süzülerek dolaşmak rastlantıların peşine takılmak gerek” diyor.

 

Güzel İzmir’in sokaklarında kaybolmak özlemiyle ve her birinizin en kısa sürede bir flanör ya da “gerçek bir yürüyüşçü” olmanızı diliyorum.

 

Sağlıcakla kalın.!

İzmir 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu

Koğuş B/63

Buca - Kırıklar

20 Ağustos 2025